Bildiğin bir şeyi ailene veya çevrene aktarmak aslında doğanın bir kanunudur. Mesela kuşlar yavrularına yuva yapmayı, yunuslar birbirlerine dalgalarla dans etmeyi öğretirler. İnsanoğlu da böyledir işte..
En basitinden annen yemek yapmanın püf noktalarını, baban işle eş arasındaki dengeyi kurmanın kurallarını anlatır uzun uzun.
Peki! Sizce insan, bütün davranışlarında adalet barındırıyor mu? Acımasız olmak istemem ama belki de ‘hiç’ denecek kadar az. Düşünün ki, dedeniz kardeşinizi sizden daha çok seviyor. Onunla vakit geçiriyor, bir dediğini iki etmiyor. Sizin suçunuz ne burada? Belki de bir yaş gibi küçük bir farkla ondan büyük olmak mı? Cevap her ne olursa olsun, dedenize bu ayrımı yapma hakkını tanımaz. Bu durumu Emile Zola ne güzel özetlemiş aslında: “Adalet ancak hakikatten, saadet ancak adaletten doğabilir.”
Adaletten yoksun bu durumlar, tabiatta da baş göstermektedir. Örneğin; babanın sana miras bıraktığı fidanlığı, gün gelir de çölleştirirsen (ormanlık alanları, tarım arazisine çevirmek vs.) çocuklarının hakkına girmiş olmuyor musun?
Onların yiyeceği bir çift kirazı hatta soluyacağı soluğu bile katletmiyor musun?
İnsanoğlu her konuda beylik laflar eder ancak uygulamaz. Ömer Hayyam’ın dediği gibi, “Adalet evrenin ruhudur.” Evrene verdiğin her zarar, adalete indirilmiş bir darbedir. Yeryüzünü atalarımızdan miras aldık diyemeyiz çünkü onlar bilerek veya bilmeyerek kendi doğalarını katletti, kültürlerini yozlaştırdılar. Bize de şuan ki halini bıraktılar. Bıraktılar deyince, yine altını çizerek söylüyorum; miras sanmayın! Geriye kalan sadece bir avuntu…
Doğaya ne kadar sahip çıkıp onu koruyabilirsek işte o zaman çocuklarımıza miras bırakmış oluruz.
Aslında tabiat elimizdeki bir borç senedi gibi, zarar verdiğin kadar ödersin bedelini…